İslâm şehirleri Cuma camilerine göre şekillenmiştir.

1) Mâbed Olarak Cami: Esas itibariyle mescidler içinde ibadet edilmek üzere inşa edilmişlerdir. İslâm dini toplu ibadeti teşvik etmiştir. Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınandan 25-27 derece daha üstün tutulmuştur. Her renkten ve sınıftan insanın bir araya gelip omuz omuza ibadet etmeleri, sosyal dayanışmanın sağlanmasında önemli bir faktör olmuştur. Mescidin asıl fonksiyonu mâbed oluşudur. Kur’an, insanın varoluş nedenini kendisini yaratan ve yaşatan Allah’a ibadet/kulluk etmek şeldinde ifade eder.  İnsanın aslî görevi Allah’a ibadet etmek olunca, diğer tüm faaliyetler bu amaca hizmet eden birer araç olurlar.

2) Yönetim Merkezi Olarak Cami: Hz. Peygamber’in Nübüvvet görevi yanında, devlet başkanlığı, hâkimlik, komutanlık gibi görevleri de vardı. Bu görevler, İslâm devlet başkanının görevleridir. Medine’deki Mescid-i Nebevî Rasulullah'ın bu görevlerine uygun olarak devletin idare merkezi özelliği taşımakta idi. Elçiler orada karşılanır, bazen orada misafir edilir, ordu orada teçhiz edilip sefere gönderilir, dâvâlara orada bakılır, devletin hazinesi orada muhafaza edilir ve sarfedilmesi gereken yerlere oradan sarfedilirdi. Câmilerin bu görevleri vilâyetler düzeyinde de aynı idi. Câmiler halkın birbirleriyle ve devletle kaynaştığı bir yer idi. İlk Osmanlı câmileri de bir devlet merkezi olarak plânlanmış ve bu görev için kullanılmışlardır. Rasulullah zamanında dinî ve idarî münasebetler camide bütünleşmişti. İslâm açısından din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmazlığının bir ifadesi olan Hz. Peygamber’in bu uygulaması, daha sonraki dönemlerde de uzun bir süre devam etti. Rasulullah'ın evinin Mescid'e bitişik olması gibi, sonraki yıllarda da “Dârül-İmâre” denilen hükümet konakları cami yanında inşa edildi. Bu uygulama Emevî ve Abbâsîler’de de devam etti. Hz. Peygamberin devlet yönetimiyle ilgili meseleleri mescidde görüşüp kararlar alması ve orada bu kararları halka duyurması sünneti kendisinden sonra devam etmiş, devlete ait idare binaları yapıldığında da bu âdet sürmüştür. Halifeler başşehrin merkez camiinde imamet görevini yerine getiriyor ve idarede minberden büyük ölçüde faydalanıyorlardı. Minber başlangıçta merkezî idarenin bir sembolü idi ve sadece Mescid-i Nebevî’de bulunmasına izin verilmişti. Halifenin vilâyetlerdeki temsilcileri olan valiler merkezî camide imamlık yapar, bazen kadılık, kumandanlık gibi görevleri de üstlenirlerdi. Zira valilerin halkla bütünleşmesi istenmiş, halkın kendilerine ulaşabilmesi için cami en uygun yer kabul edilmiştir. Hz. Peygamber diplomatik görüşmeleri de mescidde yapar, yabancı elçileri en güzel elbiselerini giyerek burada kabul ederdi. Onun elçileri kabul ettiği yer halen “Üstüvânetü’l-Vüfûd” (Sefirler Sütunu) olarak bilinmektedir.

3) Bir İlim ve Kültür Merkezi Olarak Cami: Hiçbir din İslâm kadar ilme önem vermemiştir. Kendisinin “muallim” olarak gönderildiğini ifade eden Hz. Peygamber (sav) Mescid-i Nebevî’deki “Suffe” ile, üniversitelerin ilk temelini atmıştır. Suffe yatılı bir üniversite özelliği taşımakta idi. Hz. Peygamber (sav)’le başlayan ders halkaları değişik ilim dallarını da içine alarak yüzyıllarca, mescidlerde devam etmiştir. Yine Rasulullah zamanında değişik sosyal amaçlar için de kullanılan mescid (câmi), birçok müessesenin temelini oluşturur. Câmilere sığamaz hale gelen bu müesseseler daha sonra külliyeleri meydana getirmiştir. Zamanla câmiler, herkesin okuması için eserlerinin bir nüshasını buralara bırakan müellifler sayesinde, bir kütüphane hizmeti de vermişlerdir. Satın alınan kitaplarla zenginleştirilen bu kütüphaneler, “hâfız-ı kütüp” adı verilen memurlarca idare ediliyordu. Böylece câmiler ruh ve maddenin bütünleştiği bir merkez durumundaydı.

4) Kamu Yönetimi Açısından Cami: Camiler ilk dönemden itibaren idarecilerin halkla bir araya geldiği yerlerdi. Asr-ı Saâdet’te her türlü istek ve meseleler burada dile getiriliyordu. Müslümanlar Hz. Peygamber’e, ilk halifelere ve diğer idarecilere namaz öncesinde ve sonrasında talep ve şikâyetlerini kolayca intikal ettirebiliyorlardı. Bir vali hakkında merkeze şikâyet ulaştığında müfettişler camileri gezerek tahkikat yaparlardı. Vergilerin tahsili ve tevziine bizzat nezaret eden Hz. Peygamber, mescidde toplanan malları gerekli yerlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Bu gelenek Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de bir süre devam etti. Hz. Peygamber devrinde Mescid-i Nebevî’ye bitişik “meşrebe”, “gurfe” veya “hizâne” adlarıyla anılan bir oda beytülmâl olarak kullanılıyordu. İdarenin cami ile olan ilgisinden dolayı başlangıçta beytülmâl genellikle camiye bitişikti, hatta bazen caminin içinde yer alırdı.

5) Mahkeme Salonu Olarak Cami: Hz. Peygamber’in minberi ahkâmın öğretildiği, yanlış hukuki uygulamaların düzeltildiği bir yerdi. Asr-ı Saâdet’te mescid kazâî faaliyetlerin yürütüldüğü bir mekân olarak da hukuka hizmet etmişti. Osmanlılar’da ilk zamanlar birine kadılık görevi verildiğinde görev yapacağı yerin camiine götürülür, tayiniyle ilgili berat orada okunur ve merasim yapılırdı. Kadılar davaları görmek için camide otururlardı.

6) Askerî Karargâh Olarak Cami: Kendisinden önceki birçok peygamber gibi Hz. Peygamber’in bir vasfı da ordu kumandanı olmasıdır. Bu bakımdan Asr-ı Saâdet’te mescid askerî bir karargâh, bir nevi askerî şûra meclisi olarak da görev yapmıştır. Hz. Peygamber savaş kararlarını genellikle mescidde verir ve bunu minberden ilân eder, açılan deftere gönüllülerin adlarını yazdırmalarını isterdi. Sefer halinde orduyu donatmak üzere halkı yardıma çağırırdı. Bir seriyye göndereceği zaman kumandanına mescidde talimat verirdi. Orduya bizzat kumanda edeceği zaman mescidde iki rek’at namaz kılar, zırhını giyerek dışarı çıkar ve kapıya getirilen atına binip seferi başlatırdı. Kumandanlar sefer dönüşünde mescidde rapor verirlerdi. Mescid-i Nebevî’de barınan, Kur’an’ın kendilerini cihada adamış kimseler olarak tanıttığı Ashâb-ı Suffe , âni askerî görevler için hazır birlik özelliği taşıyordu. Mescidlerin askerî fonksiyonları Hz. Peygamber’den sonra da devam etmiştir. Türk İstiklâl Harbi’nde de camiler millî birliğin sağlandığı ve düşmana karşı ilk toplu hareketin başladığı yerler olmuştur.

7) Şifahane Olarak Cami: Mescidler hastahane olarak da kullanılmıştır. Hendek Gazvesi’nde yaralanan Sa’d b. Muâz için Mescid-i Nebevî’de bir çadır kurulmuştu.  Osmanlılar’da da Balkan Savaşı’mn bütün şiddetiyle devam ettiği 1912 yılında, İstanbul’da bazı camiler hasta ve yaralılara tahsis edilmiştir. Bazen da savaş esirleri geçici olarak mescidlerde muhafaza edilmiştir. Ancak bununla esirin İslâmiyet’i kabul etmesi amaçlanmış ve bunda da genellikle başarıya ulaşılmıştır.

8) Külliye Olarak Cami: Medine’deki Mescid-i Nebi bu anlamda bir külliye gibi çok fonksiyona sahip ilk yapı olarak görülebilir. Bünyesinde topladığı hizmetler zamanla mescide sığmaz olmuş ve sonuçta külliyeler doğmuş, böylece mescid/cami birçok müessesenin kendisinden kaynaklandığı bir ana müessese haline dönüşmüştür. Kısaca külliyye olarak adlandırılan önemli yapı topluluklarına zaman içinde manzûme, hey’et, imâret, site, imâret sitesi, kompleks gibi isimler de verilmiştir. Genellikle bir cami etrafında gelişen külliyelerin bazen medrese, ticarî bir yapı veya türbe çevresinde şekillendiği de görülmektedir. Yalnız tekkeler birer yapı topluluğu olarak ele alınmış olmasına rağmen özel durumlarından dolayı bu tasnife tabi tutulmadan ayrıca değerlendirilmelidir. Devlet yönetiminin en üst kademesinde olan kişilerle bunların eşleri ve çocukları, yönetimin çeşitli kademelerinde bulunan vezir, bey, paşa, sadrazam gibi devlet ricâliyle halktan hayır sahibi zenginler tarafından bu sosyal tesisler, sadaka-i câriye kapsamında halka hizmet amacıyla yapılmıştır. Cami, medrese, türbe, mektep, tabhâne, imaret (yemekhane, mutfak, İdler, fırın), dârüşşifâ, han, çarşı, dükkânlar, hamam, sebil, çeşme, muvakkithâne, evler, odalar, ahır vb. yapıların çoğunu veya bir kısmını bünyesine alan külliyelerle şehirler gelişmiş, menziller üzerinde inşa edi-lenlerin etrafında yeni yerleşimlerin oluşması sağlanmıştır. Osmanlı döneminde sayıları artarak devam eden külliyeler önceki örneklere göre daha çok sayıda yapıyı bünyesinde bulundurmaktaydı.

9) Eğitim-Öğretim ve Kültür Merkezi Olarak Cami: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe îmân eden, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder” meâlindeki âyet-i kerîme ile konuya dâir diğer âyet ve hadisler dikkate alındığında âyette vurgulanan imarın camilerin maddi inşa ve imarından ibaret olmadığı düşünülmelidir. İnsan hayatının maddi-manevî, ruhi-bedeni, dünyevi-uhrevi bütün yönlerini ihmal etmeyen İslâm’ın, mabedi de tek boyutlu olarak sadece maddi imarı itibariyle ele alması söz konusu olamaz. Buradan hareketle İslâm âlimlerinin çoğuna göre söz konusu naslarda yer alan “imar” tabiri camilerin inşası, onarımı, döşenmesi, aydınlatılması ve temiz tutulması gibi maddi imarı içine aldığı gibi; oralarda ibadet etmek, Kur’an okumak ve okutmak, ilim öğrenmek ve öğretmek gibi manevî imar faaliyetlerini de ihtiva eder. Nitekim, “Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve onların harap olmasına çalışan kimseden daha zâlim kim olabilir?" âyetinde kastedilen tahribat da; camilerin yıkılmaya terkedilmesi, yıktırılması, satılması gibi maddi tahribi kapsadığı gibi, oralarda ibadete, Allah’ı zikre, ilim irfan tahsiline mâni olmak gibi yapılış maksadı dışında kullanılmasını da içine almaktadır. Mescid başlangıçta idare ve eğitim-öğretim merkezi olarak kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in, bir gün mescide girdiğinde cemaatin bir kısmını duâ ve zikirle, diğer bir kısmını ilimle meşgul halde görüp, “Ben muallim olarak gönderildim”  diyerek ilimle meşgul olanların yanma oturması, Asr-ı Saâdet’te mescidin eğitim ve öğretim alanındaki fonksiyonunu göstermeye yeterlidir. İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Dârü’l- Erkam’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebi’nin inşasından sonra buna hız verilmiştir. Mesciddeki öğretim faaliyetleri “meclis” kelimesiyle ifade edilir. Hz. Peygamberin Mescid-i Nebi’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. Bu meclislerde Hz. Peygamber’in etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. Halkalara ders vermede bazı sahâbiler de kendisine yardımcı olmuştur. Ubâde b. Sâmit bunlardan biriydi ve mescidde Kur’an ve okuma yazma öğretiyordu. Mescidde barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan Ashâb-ı Suffe vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. Mescidde eğ-tim ve öğretim sadece erkeklere münhasır değildi; kadınlar için de Mescid-i Nebi’de ayrı bir gün tahsis edilmişti. Mezhep imamları camide yetişmişler ve buralarda ders okutmuşlardır. İmam Şâfiî küçük yaşlarda mescidlerdeki ders halkalarına katılmış, daha sonra buralarda ders vermiştir. Ebû Hanîfe kendi mescidinde ders okutur, talebelerinin mescidde yüksek sesle müzakere yapmalarına müsaade ederdi. İmam Mâlik Mescid-i Nebi’de, Hasan-ı Basrî Basra Camii’nde öğretimle meşgul olmuşlardır. Tefsir, hadis, tarih, mantık, matematik, cebir, tıp alanlarında oldukça bilgi sahibi olan Taberî gününün bir kısmını eser yazmaya, bir kısmım mescidde ders vermeye ayırırdı. Bağdat camilerinde çeşitli konularda dersler verilirdi. Buralara hoca ta-yini “nakîbü’n-nükabâ” veya “Nakibü’l-Hâşimiyyîn” denilen resmî bir görevli tarafından yapılırdı. Bu görevli aynı zamanda derslerin sükûnet içinde geçmesini sağlardı. Mescidler sadece dinî eğitim ve öğretimin yapıldığı yerler değildi. Kur’an ve hadisi anlamadaki öneminden dolayı daha ilk asırlardan itibaren edebiyat, bilhassa eski Arap şiiri de bu derslerin konuları arasına girmiştir. Tabiînden Saîd b. Müseyyeb, Mescid-i Nebi’deki meclisinde sık sık Arap şiiri üzerinde dururdu. Daha sonra camilerde nazarî tıp dersleri dahi verilmiştir. Meselâ V. (XI.) yüzyılda Hâkim-Biemrillâh devrinde İbnü’l-Heysem Ezher Camii’nde tıp dersleri veriyordu. Camiler İlmî eserlerin muhafazası ve âlimlerin istifadesine sunulması bakımından da görev yapmıştır. Küfeli dil âlimi Ebû Amr eş-Şeybânî’ye göre müellifler bağh oldukları şehir veya mahalle camilerine, isteyenlerin okuması için eserlerinin birer nüshasını bağışlamayı âdet edinmişlerdi. Bunlar “hizâne” denilen dolaplarda muhafaza edilir, bazen de caminin bir köşesinde kütüphane şeklinde düzenlenirdi. Yâkut el-Hamevî’nin rivâyetine göre Horasan’ın en büyük şehri olan Merv’deki on kütüphanenin ikisi camide bulunuyordu. Vakıf eserlerden oluşan, Azîziye ve Kemâliye denilen bu iki kütüphaneden sadece birincide 12.000 civarında kitap vardı. Mısır camilerinin bazılarında oldukça büyük kütüphaneler mevcuttu. Kal’atü’l-cebel'deki muhtelif ilimlere dâir pek çok kitap Müeyyediyye Cami- i’ndeki kütüphaneye nakledilmişti. Ayrıca Muhammed el-Bârizî 1000 dinar tutarındaki 500 cilt kitabım buraya bağışlamıştı. Camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması geleneği Osmanlılar’da da başlangıçtan beri benimsenen ve devam ettirilen bir uygulama olmuştur. Osmanlı medreselerinde mevcut odalarda (hücreler) öğrenci ikamet etmekte, medrese dershanesinde belirli dersleri görmekte, bunun dışında genel dersleri camilerde takip etmekteydi. Takrir şeklinde halka açık olarak verilen bu dersler için XVII. yüzyıldan itibaren dersiâmlarm tayin edildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar aralıksız süren bu usule Cumhuriyet döneminde de devam edilmiştir. Bunun yanında hat meşki, Kur’an tâlimi ve hıfzı gibi uygulamalı dersle-rin camilerde verildiği de bilinmektedir. Hatta o dönemde İstanbul’da bazı camiler geleneksel olarak yerleşmiş dersleriyle meşhur olmuştur. Meselâ Nuruosmaniye ve Amasya Beyazıt gibi bazı camilerde hat meşkedilirdi. Nitekim Arif Efendi Nuruosmaniye’de verdiği hat dersleriyle tanınmıştı. Osmanlı camilerindeki eğitim ve kültür faaliyetlerini tamamlayan önemli bir unsur da çok yaygın olarak görülen camilerde kütüphane tesisi geleneğiydi. Cami derslerini takip eden talebe ve namaz vakitleri arasında boş vakti olan cemaat için bu kütüphaneler çok faydalı olmuştur. Osmanlı döneminde şehir, kasaba ve köylerde sıbyan mektebi (kreş, anaokulu) olmayan yerlerde camilerin, çocukların eğitimi için okul olarak kullanılması çok yaygındı. Bu gelenek, özellikle 1950’lerden itibaren yaz aylarında ilkokul öğrencilerine camilerde Kur’an öğretilmesi ve bazı sûrelerin ezberletilmesi şeklinde devam etmektedir. Tarihi gelişimine baktığımızda camiler, din ilimleriyle beraber her tür ilmin eğitim öğretiminin yapıldığı merkezler olmuştur.

10) Diğer Fonksiyonları İtibariyle Cami: Mescidin bunların dışında daha birçok ictimâî fonksiyonu vardı. Meselâ mescid misafirhane olarak kullanılmış, burada savaş gösterileri yapılmış, şiir söylenmiştir. Hz. Peygamber nikâhların da mescidlerde ilân edilmesini istemiştir.